Efruz Bey

Kitap: Efruz Bey
Yazar: Ömer Seyfettin
Konu: Osmanlı’nın son döneminde yaşayan hayali bir fikir(!) insanı Efruz Bey’in maceralarını anlatıyor.
Benim Notum: (3/5)

Ömer Seyfettin’in gazetelerde yayınlanmış hikayelerinden derlenen Efruz Bey zamanın ruhunu yansıtan bir kitap. Gazete yazısı olmasının da etkisiyle alaycı, abartılı ve keyifli bir üslupla yazılmış. Ömer Seyfettin bu hikâyelerde çoğunlukla 20. yüzyılın başlarında Osmanlı gündemindeki fikri akımlara ve biraz da bu akımların önde giden temsilcilerine sataşıyor. Ömer Seyfettin’in 36 yıllık yaşamında ortaya koyduğu eserlerle Türk edebiyatında önemli bir yer edinmiş bir yazar. Doğrusu Efruz Bey bu bağlamda çok dikkat çekici bir kitap değil. İçindeki öykülerde yer yer ilgi çekici, etkileyici kısımlar olsa da genel itibariyle zayıf bir eser. Belki dönemin çalkantılı fikri yaşamına biraz daha aşina olsam daha keyifli gelebilirdi ama değinilen kişi ve konular bugün için pek bir şey ifade etmiyor.

Kitaptan ilgimi çeken bazı bölümleri aşağıya alıntılıyorum:

Continue reading

Fransız Teğmenin Kadını

Kitap: Fransız Teğmenin Kadını
Yazar: John Fowles
Konu: 19. yüzyıl İngiltere’sinde geçen, ahlak, etik, var oluş, toplum gibi konulara farklı bir anlatıyla eleştirel bir bakışın sunulduğu bir aşk romanı.
Benim Notum: (4/5)

İngiliz yazar John Fowles’ın en bilinen kitaplarından olan Fransız Teğmenin Kadını 19. yüzyılda yaşayan Sarah ve Charles’ın hikâyesini anlatıyor. Fowles özgüveni yüksek ve cesur bir yazar. Klasik roman anlatısıyla oynuyor, araya girerek kurguyu değiştiriyor, karakterlerle, romanın geçtiği çağla, anlattığı olayla, din ve bilimle ilgili yorumlar yapıyor. Bu yönüyle çok ilginç ve keyifli bir kitap. Kitabın geçtiği tarihi döneme ve coğrafyaya çok hakim olduğu belli olan yazar bu açıdan okuru doyuruyor. Aralara serpiştirdiği bolca fikri tartışmaya rağmen okuru sıkmadan hikâyeyi sürüklemeyi başarıyor. Tüm bunlar kitabı çok başarılı kılıyor.

Kitabın benim için iki talihsiz yönü var (ki bu konuda çok da yalnız olduğumu düşünmüyorum) birisi kitabın fanatik taraftarları diğeri kitabın ağırlığını verdiği hususlar. Fransız Teğmenin Kadını seveni çok olan bir roman. Bunda bir sorun yok elbette. Ancak kitabı sevenler kitabı muhteşem, harikulade, enfes buluyorlar. Bu kadar övgü dolu bir kitap olunca ister istemez beklenti büyüyor. Mükemmel olmasını beklediğiniz bir kitabın “iyi” çıkması, sizin için kitabı kötü yapıyor. Bu kitabın suçu mu? Bilmiyorum ama durum bu. Diğer husus da kitabın bütün hazinesini inşa ettiği Viktorya dönemi İngiltere kültürünün benim (ve benim gibi birçok kişi) için pek bir şey ifade etmiyor olması. Yapılan eleştiriler, gömüp çıkarmalar, sağa sola fırlatılan taşlar, yazarın yaşadığı çağla kıyaslamalar (kitapla arasında yüzyıl, bizimle elli yıl var), alıntı yapılan dönem şairleri “çok hoştur ama bana ne“. Sözcüklerle yapılan gösteriyi anlıyorsunuz ama iyi duvar ören bir inşaat ustası ne kadar ilginizi çekiyorsa o da o kadar ilginizi çekiyor. Mesela bir Dostoyevski romanında dönemle ilgili bir sürü ayrıntı vardır ama bunlar sizi sıkmaz çünkü kitap kendini bunlara yaslamamıştır, karakterlere yaslamıştır. Elbette bu kitapta da karakterlerin ayrıntılı analizi yapılıyor ama kitabın gücü orada değil.

Kitaptaki karakterler sıradan ve sıkıcı. Oturup yarım saat sohbet edeceğiniz tipler değil. Aşk hikâyesi epik sayılmaz. Ne Charles’ın ne de Sarah’nın yaptıkları gerçekçi gelmiyor. Yazarın karakterleri derinlemesine anlatması, ne zaman ne yapacakları üzerine fazlaca kafa yorması da maalesef bu konuda yardımcı olmuyor.

Sonuç olarak Fransız Teğmenin Kadını güzel bir kitap ama beklentinizi fazla tutarsanız hayal kırıklığına uğrarsınız. Roman olarak ortalama bir roman ancak yazarın tarzı, okurla kurduğu sıra dışı ilişki takdiri hak ediyor. Özellikle karakterlerin davranışlarını okurla birlikte tartışması gerçekten keyifli. Bu nedenle kitaba dört yıldız veriyorum.

Doğu Notları

Kitap: Doğu Notları
Yazar: Selim Han Yeniacun
Konu: Ortadoğu, Uzak Asya ve Türk Dış Politikasına Dair Notlar
Benim Notum: (4/5)

Selim Han Yeniacun tanışıp sohbet etme fırsatı bulduğum çok değerli ve genç bir araştırmacı. Doğu Notları, Yeniacun tarafından daha önce çeşitli mecralarda yayımlanmış makalelerin derlendiği bir kitap. Ortadoğu ve özellikle de İsrail siyasetine yönelik birçok değerlendirmenin yer aldığı yazılar hayli bilgilendirici. Kitabı okuduktan sonra İsrail’in yaptıklarıyla sürekli gündemimizde olmasına rağmen iç dinamiklerini pek de bilmediğimizi fark ettim. Son dönemde neredeyse her altı ayda bir seçime gitmiş olmaları, irili ufaklı birçok partinin yer aldığı bölünmüş politik atmosfer, global siyasetteki farklı aktörlerle yürütmeye çalıştıkları ikircikli ilişkiler, koşulsuz desteğini aldığını zannettiğimiz ABD’nin o kadar da koşulsuz desteklemiyor olması, İsrailli Arapların ülke siyasetine bir aktör olarak etkileri gibi konular benim için ufuk açıcı oldu. Kuranı Kerim’de Haşr Suresi 14. ayette geçen  “Sen onları birlik içinde sanırsın, oysa kalpleri dağınıktır.” ifadesinin hakkını verircesine dağınık bir Yahudi siyasi arenası olduğunu görmek insanı düşüncelere sevk ediyor.

Öte yandan kitabın başlarında yer alan ve gazetelerde yayımlanmış köşe yazılarının -doğal olarak- daha yüzeysel olduğu görülüyor. 2016 sonrası özellikle güvenlik odaklı Türk dış politikasını destekleyen yazılar, kitabın ikinci bölümündeki stratejik analizlerle kıyaslandığında biraz siyasi propaganda hüviyetinde kalıyor. Elbette yazarın açıkça ortaya koyduğu siyasi bir duruşu olduğu düşünüldüğünde bu anlaşılır bir durum. Yine de sahip olduğu bilgi birikimiyle odaklandığı alanlarda yazdığı yazıların çok daha keyifli olduğunu söylemem gerekir. Allah ömür verirse ilerleyen yıllarda çok güzel eserler bırakacağını tahmin ettiğim Selim Han Yeniacun’u takip etmeye devam edeceğim.

Damdan Düşmek

Girişimcilikte damdan düşmek önemlidir ama daha önemlisi damdan düşeni bulmaktır. Çalıştığınız kişi batmış, çıkmış, tekrar batmış, tekrar çıkmış olursa, yani damdan düşerse damdan düşenin halinden anlar. Eğer bu kişi çok başarısız değilse onunla çalışmak konfordur. Daha olgundur, ufak tefek şeylere takılmaz, işine odaklanır.

Öte yandan bu damdan düşme hadisesi farklı alanlarda tekrar etmesi gerekebilir. Örneğin kişinin bir iş kolunda çok yaşanmışlığı vardır, ancak birlikte yapacağınız işte ona düşen görevde herhangi bir deneyimi olmamıştır. Bu durumda yine sorun çıkacaktır. İş hayatında tecrübeli olması bir artı değer olsa da, birlikte çıktığınız yolda ondan beklenilen alanda hamdır. Bu da size yol, su, elektrik olarak dönecektir.

Elbette iş yaparken bakılacak birçok parametre vardır, damdan düşmek bunlardan sadece bir tanesidir. Tüm parametrelerde yüksek puan alan birini bulmak mümkün olmaz ama en azından değerlendirme kriterine bu parametreyi almak iş ilişkinizdeki stresi kayda değer ölçüde düşürecektir.

Sonuç; iş yaptığınız kişi mümkünse kendine düşen alanda en az bir kere damdan düşmüş olsun.

Mükemmel İyinin Düşmanıdır

Herhangi bir işe kalkışırken mükemmeli arzularız. Aldığımız ürünlerin ve hizmetlerin, yaptığımız işlerin mükemmel olmasını bekleriz. Aslında bu güzel bir duygu. İnsanı gelişime iter. Öte yandan her iyi şeyin fazlasının zarar olması gibi mükemmeli arzulamak özellikle işin başında çoğu zaman zararlıdır. Mükemmeli arayan iyiyi hiç bulamayabilir. Mükemmeliyetçilik hayatı yaşanmaz hale getirebilir. Hedef mükemmel değil, mevcut kaynaklarla olabileceğin en iyisi olmalıdır. Çünkü tüm kaynakların sınırsız olduğu ideal bir dünyada yaşamıyoruz. Bu durum ancak cennette olabilir. Bu dünyada güç, zaman, para, yetenek, bilgi sınırlıdır. Beklentiler bu sınırlılıklarla eşleşmelidir.

Birçoğumuz mükemmeli aradığımız için sebepsiz yere mutsuz oluyoruz. Hayatın her aşamasında beklentilerimiz ayrılan kaynaklarla paralel olmalıdır. Hayat kendine haksızlık eden ama bunun farkında olmayan insanlarla doludur.

Özellikle girişimcilikte mükemmel ve iyi dengesini doğru kurmamız gerekir. Birçok işletme mükemmelin peşinde eriyip gitmiştir. Tabi ondan daha fazlası da berbat kalite anlayışıyla bitmiştir. Girişimciler, kabul edilebilir seviyeyi iyi tespit etmeli, sonra da bu seviye için çalışmalıdır.

Peki mükemmeli hiç mi aramayalım? Olgunlaşmış bir işte, ek kaynağın sağlanabileceği bir alanda mükemmeli aramak gerekir, yaklaşabildiğimiz kadar yaklaşmamız gerekir. Dünya çapında başarı elde etmiş, kalitesiyle gönüller fethetmiş birçok işletme mükemmelin peşinde koşarak bu noktaya gelmiştir. Tek dikkat etmemiz gereken mükemmeli ne zaman arayacağımız, hangi iş olursa olsun, başlangıçta mükemmeli arayan iyiyi hiç bulamaz.

Kürk Mantolu Madonna

Kitap: Kürk Mantolu Madonna
Yazar: Sabahattin Ali
Konu: Bir imkânsız aşk öyküsü
Benim Notum:   (4/5)


Sabahattin Ali’nin en bilinen eserlerinden Kürk Mantolu Madonna Türk edebiyatının klasikleri arasında sayılan önemli bir kitap. Kitap aslında iç içe iki öyküden oluşuyor. Kürk Mantolu Madonna öyküsü elbette asıl öyküyü oluşturuyor ancak onunla ilişkili olan başlangıçtaki öykü de esasen kendi başına bir öykü. Doğrusu ben Kürk Mantolu Madonna öyküsündense Rasim’in gözünden anlatılan öyküyü daha çok beğendim. Onun sıradan ama gerçekçi hikayesi beni daha çok sardı. Kürk Mantolu Madonna masalsı, irrasyonel bir öykü, bunu bilmeme rağmen öyküye çok kaptıramadım kendimi. Parça parça tahlil edildiğinde etkileyici olsa da bir bütün olarak bakıldığında kadın ve erkek arasındaki ilişki dağınık geldi. Ayrıca Rasim’in dilinden anlatılan öyküyle Raif efendinin dilinden anlatılan Kürk Mantolu Madonna’nın dil kullanımı açısından pek farklı olmaması da beni rahatsız etti. Öte yandan bu eleştiriler kitabın kötü olduğu anlamına gelmesin. Bazı tespitler hem edebi açıdan hem de fikir olarak hayli etkileyici. Hoşuma giden bölümleri aşağıda alıntıladım. Bu bölümlerden bazıları kendi başına tartışmaya üzerinde konuşmaya değer. Onu bir başka yazıya ya da ortama bırakalım.


Continue reading