Kenan Nasıl Kurtulur?

[Sevgili okuyucu bu yazı en başta kendime yazılmış bir not niteliğindedir, dolayısıyla uzman-oğlu-uzman modunda kestiğim ahkâmlar küstahlık olarak algılanmasın lütfen.]

Birinci bölümde Dinmeyen Sızı adlı Türk filminden bahsetmiştim. Dertler insanı Kenan’ın “etrafımızdaki vurdum duymazlığa, ruhsuzluğa, korkunç kayıtsızlığa karşı zavallı bir mücadeleyle karşı koyuşu“nu izlemiş ve şu soruyu sormuştuk: “Peki ama Kenan nasıl kurtulur?” İşte bu yazıda kendimce bir cevap arıyorum. Bu yazının anlam kazanabilmesi için Dinmeyen Sızı başlıklı yazımı mutlaka okumanızı öneriyorum.

Öncelikle dürüst olmak gerekiyor. Kenan’ı başına gelen kimi olaylar gerçekten bakış açısı değişikliğiyle kolayca atlatılacak türden değil. Adamın karısı ortağıyla bir olup onu arenada dımdızlak bırakıyor, bir başka ifadeyle adamın hayatının ortasına atom bombası patlatıyor. Böylesi yüksek yoğunluklu negatif olaylar arasında düşük yoğunluklu negatif olaylar da olması gerekenden çok daha büyük etki yapıyor. Normal bir zamanda gülüp geçilecek bir durum bile koca bir dramaya dönüşebiliyor. Dolayısıyla, Kenan’ın yerinde olan on kişiden dokuzu benzer bir psikoloji de olurdu. Ama zaten bu yazının konusu da o geriye kalan o bir kişi olabilmek.

Keser Döner Sap Döner, Gün Gelir Hesap Döner

Kenan’ın yaptığı ilk hata uzun vadeli düşünmemesidir. İnsan başına kötü bir şey geldiğinde kader denilen mekanizmanın hep aleyhte işlediğini düşünerek lanet okur. Gerçekten de böyle bir durum vardır. Kötülük arka arkaya gelip kombo çekmeyi sever. Öte yandan kaderin insanın lehine çalıştığı kural setleri de vardır. Örneğin bu hayatta parayı nasıl kazanacağını bir defa öğrenirsen, ne kadar yumruk yersen ye mutlaka tekrar ayağa kalkarsın (ekonomik açıdan). Kenan bunun en bariz örneğiydi. Her şeyini kaybedip beş parasız kaldıktan on yıl sonra tekrar zengin (hatta daha zengin) bir adam oluyordu. Mesele sadece ekonomiyle sınırlı değil, kader mekanizmasını mükemmel şekilde çözmüş olan atalarımız şöyle buyuruyorlar: “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner”. Gerçekten de gün geliyor, Kenan’a kötülük yapanlar Kenan’ın avucuna düşüyorlar. Ve Kenan bu durumda onlara kötülük yapmak yerine onlara acıyarak bakıyor. Kesinlikle yapılabilecek en iyi şeyi yapıyor. Buraya dikkat, bence önemli olan gücü kullanmak değil gücün elinde olduğunu bilmektir. İsterse kendisine kötülük yapanlara, düşmanlarına? zarar verebilir, bunu düşmanları da biliyor. Ama o bunu yapmıyor. Çünkü onları düşman olarak görmek onları fazla ciddiye almaktır. Onlar sadece hayatta kalma iç güdüsüne kendilerini ve yaşamlarını kaptırmış kişiler. Ayrıca Kenan onlardan intikam almaya çalışsaydı şimdikinden daha iyi olmazdı, (bknz. Ezel Bayraktar). Dolayısıyla bırakalım geçmiş geçmişte kalsın. Tabi ki bu geçmişi unutalım demek değil, tekrar ediyorum geçmiş geçmişte kalsın.

Evet uzandığım yerden, çayımı yudumlarken Kenan’a şu öğüdü vermeden edemiyorum: Kısa vadeli dertlerine odaklanmak yerine hayata, kendi hayatına, uzun vadeli olarak bakmaya çalış.

İnsanoğlu Çiğ Süt Emmiş

– Kenan filmin en başından bu yana “İnsanoğlu çiğ süt emmiştir aga!” sözünü kanıksamış görünüyor aslında. Gerçekten de insanlardan her türlü manevra beklenebilir. Bu çok iç karartıcı görünse de kötü bir şey değildir. Herkes kendi hayatını yaşıyor ve kendisiyle karşısındaki arasında seçim yapması gerekirse (çoğu zaman) kendisini seçiyor. Bu şaşılacak bir şey değil. İnsanoğlunun hayatta kalma iç güdüsünün bir parçası. İnsanoğlunun doğada hayatta kalma içgüdüsü en gelişmiş yaratık olduğunu hesaba katarsak, tehlike anında etrafındakilere kazık atma dürtüsünün doğuştan (built-in) geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabi ki bu her insanda eşit oranda tecelli etmez ama potansiyel olarak vardır.

Adresim aynı

Böyle buyurmuş büyük filozof ve şarkıcı Kayahan. Ya da cami çıkışı para toplayan emekli amcaların da dediği gibi ne verirsen elinle o gider seninle. Kenan da bunun farkında aslında. Kenan’ın en büyük sıkıntısı yine kendisi. Kendi kendini boğuyor. Yıldırım Önal’ın gerçek hayatında yaşadığı bir çok sorun da yine kendisinden kaynaklı sorunlar. Bizler de öyle, başımıza gelen bir çok sorun kendi küçük veya büyük hatalarımızdan, kimi zaman da göz göre göre yaptığımız, hatta yapmaya devam ettiğimiz yanlışlarımızdan kaynaklı. İnsanlardan kazık yemek, en başta bizim hatamız. Elbette ben burada kötülük yapan insanları aklamaya falan çalışmıyorum. Ben onlarla ilgilenmiyorum. İnsanların neden kötülük yaptıkları çok önemli değil. Önemli olan benim, ya da Önal’ın ya da Kenan’ın kendisine kötülük yapılmasına nasıl ve neden izin verdiği. Zayıf olabiliriz ve bize bir şekilde (bilerek veya bilmeyerek) zarar vermeye çalışanlar bizden çok çok güçlü olabilir ama unutmamamız gereken bir şey varsa hepimiz insanız. Bu konuda sözü daha fazla uzatmadan Yaşar Usta’ya bırakacağım. Yaşar Usta çizginin nasıl çizileceğini muhteşem bir şekilde anlatıyor. Buyrun:

Düşmez Kalkmaz Bir Allah

Bunu unutmamak gerekiyor. İnsanoğlunun başına her şey gelebilir. Bunu hayatın bir parçası olarak görüp yürümeye devam etmek gerek. Bazen yağmur yağar, bazen çamura saplanırsın, bazen aç kalırsın ama bazen de güneş doğar, karnını tıka basa doyurursun, koşarsın, uyursun. Biz insanlar buna hayat diyoruz. Kenan hep karabulutları görse de aslında onun hayatında da en az bulutlar kadar gökkuşağı da var. Pek farkında değil. Belki bir odada yalnız başına korku içinde yaşayan bir oğlu var ama öte yandan bu çocuk çok da akıllı. Hem zeki hem de efendi. Bu çok değerli bir durum aslında. Sadece bunun farkında olmak lazım. Nitekim Kenan’ın oğlu hem okulda örnek bir öğrenci oluyor, hem de tıp fakültesini kazanıp doktor oluyor. Üstelik Kenan hayatı boyunca sefil bir hayat yaşamak yerine zengin oluyor. Çalışırken karşılaştığı eski ortağı onun felaketi olurken, yine çalışırken karşılaştığı yeni ortağı onun kurtuluşu oluyor. Tamamen denk olup olmaması önemli değil. Zaten bu gibi şeyler ölçülebilir de değil. Önemli olan ikisini birlikte görmek. Bu durumda aklıma Sadri Alışık geliyor. Sadri Alışık filmlerinde de açlık, sefillik, kötülük, aşk acısı vs. vardır. Ama Alışık bir şekilde işin güzel tarafını görmeye çalışır. Tamam, hüzünlü ve derin bir adamdır, yeri geldiğinde “bu da mı gol değil” diyerek haykırır hüznünü, ama eğlencelidir be. İşte önemli olan Sadri Alışık olabilmektir. Daha yazılacak var ama okuyacak kişi pek bulunmaz :) Yazıyı Ah Güzel İstanbul filminin açılışıyla kapatıyorum.

Dinmeyen Sızı

Gerçekle kurgunun iç içe geçtiği hüzün dolu ama benim açımdan oldukça ilgi çekici bir film “Dinmeyen Sızı”. Türk filmlerine karşı ortalama bir Türk’ten biraz daha fazla ilgi duyduğumu kabul ediyorum ama yine de Dinmeyen Sızı özel bir ilgiyi hak ediyor. Film, adı üstünde doğuştan kaybeden bir adamın dinmeyen sızısını anlatıyor.

Filmi izlerken özellikle Yıldırım Önal’ın oyunculuğu ve filmde kullanılan (çoğunlukla) gerçekçi ve duru Türkçe dikkatimi çekti. Nitekim film 1972 altın portakal’da en iyi 2. film, en iyi yönetmen (Nejat Saydam), en iyi görüntü yönetmeni, en iyi yardımcı erkek oyuncu (Yıldırım Önal) ve en iyi stüdyo ödüllerini almış. Yıldırım Önal filmdeki kaybeden adama benzer şekilde, aldığı bu ödülü yıllar sonra bir şişe şarap uğruna bir rehinciye kaptıracak ve bir daha ödülü geri alamadan ölüp gidecektir. Yıllar yıllar sonra ise rehincinin oğlu ödülü Antalya Kültür Sanat Vakfı’na geri verecek ve bu tarihten itibaren (1999) Yıldırım Önal Anı ödülü olarak özel bir kategori ile verilmeye başlanacaktır. Film Yıldırım Önal’ın eserinden Nejat Saydam tarafından senaryolaştırılmış. Önal’ı tanımayan biri olarak ahkâm kesmek haddime düşmez ama filmin kendi hayatındaki sıkıntılardan yapılmış bir uyarlama olduğunu söyleyebiliriz sanırım.

Dinmeyen Sızı Yıldırım Önal’a (Kenan) çalıştığı işyerinde oynanan bir oyunla başlıyor. Film, detaya girip bizi kanser etmektense Kenan’ın tok sesiyle 30 saniyede tüm çakallığı özetliyor. Gerçekten de bu kısım çok önemli değil, envai çeşit Türk filminde işlenmiş namuslu adama kazık hikayelerinden birisini alıp buraya koyabilirsiniz. Bu andan sonra bir buçuk saat boyunca Kenan’ın çöküşünü izliyoruz. Elbette bu sadece Kenan’ın değil, karakteri canlandıran Yıldırım Önal’ın da çöküşünden çeşitli izler taşıyor. Bu da Önal’ın gerçekle oyunculuğu harmanladığı çok özel bir gösteriye dönüştürüyor filmi. Filmin sonunda Kenan kendisini başarısız bir baba olarak ifade ediyor ama kesinlikle kendisine haksızlık ediyor. İşin ilginci aynı haksızlığı Önal’ın da kendisine yapması ve daha da ilginci hemen hepimizin kendimize böylesine haksızlık ederek hayatımızı mutsuz hale getirmemiz.

Filmi bir paragrafta özetlemek gerekirse; Kenan işini kaybediyor, eşini kaybediyor, oğlu ile beş parasız kalıyor, oğlunu yalnız başına bir eve yerleştirip üçüncü sınıf bir otelde “her işi yapan” adam olarak çalışmaya başlıyor, ilerleyen günlerde daha iyi bir otelde daha iyi bir iş buluyor, yıllar geçiyor oğlu tıp fakültesini kazanıyor kendisi otel işinde başarılı olup tekrardan zengin oluyor oğlunu evlendirip kanserden ölüyor.

Peki biz izleyici olarak şu soruya nasıl cevap verebiliriz: Kenan nasıl kurtulurdu? Bunun cevabını verebilmek için Kenan’ın lanet hayatına tekrar bir göz atalım?

Geçirdiği bir kazadan dolayı kaptanlıktan atılmıştır.
Kaptanlık sonrasında iyi (hatta fazla iyi) bir iş teklifiyle yeni bir hayata başlamış ancak bir süre sonra Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu hesabı iş yeri kendisini bir takım ayak oyunlarıyla dımdızlak ortada bırakmıştır.
Sevgili karısı bu durumda evi terkedip gitmiştir.
Beş parasız oğluyla baş başa kalan Kenan iş bulmak için çaldığı bütün kapılardan eli boş döner.
Düşene bir tekme daha vurmaktan son derece zevk alan aşifte bir otel sahibesinin yanında iş bulan Kenan, hayatın acı gerçekleriyle yüzleşip her geçen gün yaptığı işin psikolojik ve fiziksel yüküyle ezilir.
Otelde çalışırken iyi bir adama denk gelerek daha iyi bir otelde daha iyi bir iş bulur. Ancak bahtsızlığı peşini bırakmaz ve yeni otele bir kaçamak sebebiyle gelen eski eşinin, eski patronu/ortağı ile birlikte olduğunu, aslında bütün oyunun bu sebeple oynandığını öğrenerek bir darbe daha alır.
Bu sıkıntıları bir şekilde atlatır ve film 10 yıl ileriye gider. Artık Kenan yanında çalıştığı adamla ortak olmuş ve otelin yöneticisi olmuştur. Üstelik oğlu da tıp fakültesini kazanmıştır. Ancak kahpe kader peşini bırakmamıştır. Hayatını felç eden eski ortağının kızı, oğlu Ömer’in sevgilisidir. Her ne kadar durumu olgunlukla karşılamaya çalışsa da ufak bazı yanlış anlaşılmaların da etkisiyle oğlu Ömer’le arası bozulur. Bu durum Ömer’in okulu bitirmesine kadar devam eder. Hayatı yalnız ve biraz da alkolle geçen Kenan en sonunda Ömer’i affeder ve evlenmelerine razı olur. Hatta eski eşini pavyonda bulup, Ömer’in adını lekelememesi adına ona bir ev ve dürüstçe yaşama imkanı da sunar.
Tabi ki bahtsız bedevi Kenan’ın sıkıntıları bu kadarla kalmayacaktır. Kaderin ona oynayacağı oyunlar vardır. Kenan’ın beyninde ölümcül bir tümör vardır. Hastalığını son ana kadar kimseyle paylaşmaz. Bu tümörden kurtulması için yüzde birlik başarı olasılığı olan bir ameliyat imkanı vardır. Ancak Kenan bunu kabul etmez. Bu durumu da şu cümlelerle açıklar:
Ameliyat olmam kurtuluş için yüzde bir ümitti doksan dokuzunda ameliyat masasında kalmak vardı. Doğrusu o kadar çabuk ölmek istemiyordum. Bu günleri gördüm ya artık yeter. Ameliyat olmak için artık çok geç. O yüzde bir ihtimal bile artık ortadan kalktı. Ama şuna inanıyorum ki Allah’tan ümit kesilmez. Artık yoruldum, ama ne olursa olsun işimi başardım. Etrafımızdaki vurdum duymazlığa, ruhsuzluğa, korkunç kayıtsızlığa karşı zavallı bir mücadeleyle karşı koydum. Şimdi kaderin tekmesini sırtıma vurup beni yuvarlamasına pek aldırış ettiğim yok.

Ve Kenan oğlunu evlendirdiği gece ölür. Tabi bir madde olmaya değmeyecek kadar küçük bir sürü üzücü ve kahredici küçük detayı atlayarak bu listeyi hazırladığımı da belirteyim. (Örneğin 10 yaşındaki oğlunu kiraladığı küçücük bir odada yalnız bırakmak zorunda kalması ve sadece haftada bir gün görebilmesi, hamallık yaparken oğluna yakalanması…)
Evet Kenan’ın zift gibi karanlık hayatını ortaya koyduktan sonra içim bunaldı. Bu kara yazıyı buraya kadar yazmış olduğuma pişman oldum. Buraya kadar okuyan okuyucularımdan özür dileyerek küçük bir mola alıyorum. Birazdan Kenan nasıl kurtulurdu sorusunun cevabıyla daha rahatlatıcı bir bölüme geliyoruz.

Yine Yeniden

Vay anasını sayın seyirciler heyecan ve panik içindeyim. İlkokulda servisin kapısını tutan bir Muarrem vardı. Muarrem servise ilk biner son inerdi. Tek amacıysa muavin olmaktı. Hep ayakta durur, inene kapıyıaçar, binenin elinden tutardı. Sanırım okula da Muavin Muarrem olabildiği bu ölümsüz dakikalar uğruna gidiyordu. Neyse bu Muarrem’in bir başka çılgın özelliği daha vardı. İlkokul beşe giden Muarrem ağzına bir “büyük adam” küfürü dolamıştı. Bizim yaşımızda birinin bu küfürü etmesi bizim o kadar komiğimize giderdi ki kahkahalarla gülerdik. Biz de biraz malmışız tabi o dönem, neyse işte.Daha fazla uzatmadan konuya geleyim, Muavin Muarrem’in deyişiyle ananı arvadını! Mad Max serisinin devamı çekiliyor, hem de bir değil iki değil tam üç film.

Beyler benzin pompalanmış bir intihar makinesinden bahsediyoruz burada. Ne diyon yeaa diyen varsa aşağıdaki fotoya baksın sonrasında devam edelim.

mad-max.jpg (47.399 bytes)Herifçioğlu!

Mad Max serisiyle ilk ne zaman karşılaştığımı hatırlamıyorum. Ama tahminen Muarrem’li yıllara tekabül ettiğini söyleyebilirim. 90′lardan bahsediyorum. Aksiyon filmlerinde örümcek robotlar arabaları patlatırdı o dönemler. Rambo (sonradan Wesley Snipes olduğunu öğreneceğimiz) sarı çiyanı kovalıyordu. Çok severdim bu filmleri. İşte bu dönemin en kral filmlerinden biriydi Mad Max. Hatta hiç unutmam bir gece yayladayız arkadaşlarla balkonda oturuyoruz. Soğukta titrek enişte modunda laflarken yan komşuda bu Mad Max başladı. Biz de perde arasından, pencere yarısından röntlemeye başladık. Ses yok görüntü var hesabı. Film bir sardı, İngilizce bilmeden dudak okuma metoduyla tüm filmi izledik (gerçi sonlara doğru komşu perdeyi kapatmış olabilir, sonuçta üç beş ergen organize bir şekilde evi dikizliyor, insan görmesede bakış yoğunluğunu hisseder .

Neredeyse Çılgın Max kadar çılgındık o dönemler, dağlara çıkar ezan okurduk (yes baby!). Deri görünümlü triko ceketler giyer, örme eldivenlerin ucunu keserdik. Kırmızı lazerle köpek oynatır, dürbünlü tek saçmayla çinçik (serçe) indirirdik. Dedim ya Çılgın Max gibi vahşiydik o zamanlar. O günlerden beri severim post-apocaliptik filmleri. Müşteri geldi birazdan dönüyorum. Buyrun efendim…

Entellektüel esnafınız geri döndü. İki reyhan bir biber sattık, çok güzel kokuyor namıssızlar. Neyse ne diyordum azizim, hah post-apocaliptik filmler. Mad Max, Judge Dredd, The Postman, Waterworld, Soldier, 28 Days Later gibi filmlerden bahsediyorum. Herkesin seveceği filmler olmamakla birlikte genellikle, futuristik, punk temalı, çoğunlukla distopyan bir havası vardır. Bu filmlerin hepsi birbirinden lezzetli olmakla birlikte Mad Max’in yeri ayrıdır.

Yeni filme gelelim dostlar. Mel Gibson (sanırım yaşlandığından olsa gerek) yeni seride yok onun yerine karşımızda Max olarak Tom Hardy var. Caps isteyenler için gelsin.

tom-hardy.jpg (27.938 bytes)
Gideri var hacı

sabri.jpg (13.705 bytes)
Bi yerden tanıdık!

Elemanın bir iki resmini daha koyacaktım da baktım sayfada fazla erkek resmi oluyor, homofobik yanım baskın geldi vazgeçtim dileyenler googledan aratsın herif hayvan. Sabri’nin yandan yememişi olması dışında tipolojide sıkıntı olmadığına göre kızı vermeden önce oyunculuk mevzusuna bakalım. Bir iki röportajına baktım adam aklı başında efendi uslu işine sımsıkı sarılan birine benziyor. Üstelik daha önce bu yazın en çok beklenen filmi ilan ettiğim Inception’da da oynamış. Christopher Nolan beğendikten sonra bize laf düşmez hoca.

Senaryoya gelince neredeyse hiçbir şey belli değil. Yani belli de bana söylemiyorlar. Ama anladığım kadarıyla Mad Max kaldığı yerden devam etmeyecek, ortam günümüz bakış açısıyla yeniden kurulup bu çerçevede yeni bir hikaye oluşturulacak. Çok şey belirsiz olduğu için mevzuya fazla dalmıyorum. Heyecanlıyım çünkü Mad Max’i beyaz perdede izleme keyfine mashar olacağım. Panikteyim çünkü bir çocukluk efsanesi daha rezil rüsva edilebilir. Sözün bittiği yerdeyiz dostlar, hayırlısı diyorum ve filmde oynaması muhtemel bir hanımefendiyle yazıyı sonlandırıyorum.

charlize-theron.jpg (28.409 bytes)
Charlize Theron da Filmde