Aslan Ot Yer Mi?

Ekmek aslanın neresinde?

Ne zaman bir kaç vatandaş bir araya gelip ekonomi muhabbeti yapsa söz dönüp dolaşıp bu aslan meselesine geliyor. “Ekmek aslanın ağzında!”. Sonra bir diğeri hemen ekliyor; “artık boğazında!”. “Ne boğazı kardeşim artık midesinde!” …

Bu şekilde ekmeğin aslanın sindirim sistemindeki uğrak yerleri tek tek sayılıyor. Bana göre bu bizim insanımızın sahip olduğu kültürel bir yanılsamayı gösteriyor. Dışarlarda bir yerde hazır bir ekmek var, mesele onu almak. Kafa sürekli olarak ekmeği nasıl alacağımız üzerine çalışıyor. O nedenle etrafta hep birbirinin ağzından ekmek almaya çalışan ve ağzındaki ekmeği kaptırmamaya çalışan adamlar görüyoruz.

Halbuki gerçekte aslan ekmek yemez. Aslanın ağzından alınmaya çalışılan bir ekmek ancak aslanın işine yarayacak bir durumla noktalanacaktır. Gerçekte ekmeği yapmak lazım. Ekmeği üretmek lazım. İşte burada bir sıkıntı var. Bizler bir şeyleri üretmek değil almak hesabı yapıyoruz. Bu kanıksanmış bir durum. Yanlış anlaşılmasın bunun sadece bizim kültürümüze has olduğunu iddia etmiyorum. Mesele bir kültür eleştirisi değil.

Bir şekilde bizler çocuklarımıza, etrafımızdakilere artık ekmeği üretmemiz gerektiğini ve bunun çok da zor olmadığını göstermemiz gerekiyor. Elbette ekmeği üretmek kolay değil ama aslanın ağzından (olmayan) ekmeği almaktan daha kolay.

Üretim tüketim meselesi bir takım yerel kalıpyargılarla açıklanamayacak kadar küresel bir konu. Bunun farkındayım. Ancak bu tür kalıpyargıların farkına varmadan bizleri nasıl kalıba soktuklarını da bilmek lazım.

Dadından Yinmeyen Pozisyon

Çifte İntikam

Türk Silahlı Kuvvetleri yemek parası olarak 10 TL 39 Kuruş ödedi. Tabi ki ordumuzun yemek parası olarak verdiği parayı sağda solda çarçur edecek değildim. En yakın Burger King’e girdim ve 9.75 lik bir menü söyleyerek ordumuzun bana tahsis etmiş olduğu parayı Amerikalılara ve Ömer Üründül’e kaptırdım. Kasadaki hanımefendi uzattığım 10 TL üzeri olarak 25 kuruş bozuk olmadığı gerekçesi ile 50 kuruş verdi. O anda Türk milletinde standart pakette gelen “her türlü açıktan faydalanma” geni baskın geldi ve şöyle bir plan kurdum.

Burger King’de ketçap ve mayonez dışındaki soslar 25 kuruş karşılığı ücretle verilmekteydi. Dolayısıyla yemeği alıp masaya bırakacak ve tekrar kasaya dönerek 50 kuruşu uzatıp bir adet paralı sos isteyecektim. Tabi ki bozuk para olmadığı için kasadaki hanımefendi sosu bedavaya verecekti. Bununla da yetinmeyip elimdeki sosu masaya bırakıp geri dönerek farklı bir ikinci sos isteyecektim. Plandaki iki defa gidip gelme, böylece herhangi bir itiraz durumunda çamura yatma gibi sıçan işi manevraları farkettiniz sanırım. Plan en ince ayrıntısına kadar olmasa da baya bir ince hesap içeriyordu. Küçük hesapları çok iyi yapan ortalama bir Türk olarak 2 saniyelik düşünme sonucunda planı hayata geçirmeye karar verdim. Üstelik bu planlayüce ordumuzun vermiş olduğu parayı çok faydalı kullanmış olarak ordumuzun gözüne girecek, hatta ince ayrıntılar üzerinden yaptığım bu planla taktik zekamı ortaya koyarak askerliğimi bir general olarak yapmanın yolunu açacaktım. Bununla da kalmıyordu. Burger King’e geçirmiş olduğum 25 kuruşlar sayesinde Amerika’dan çuval olayının, Ömer Üründül’den de dünya kupasının intikamını alacaktım. Düşündükçe kendime hayran oluyorum dostlar, bu nasıl muhteşem plandır. Tam planı uygulamaya geçirecekken Türk milletinde çok daha baskın olan bir başka gen devreye girdi. Ağzımı yayıp, tatlı tatlı gülümseyerek, takınabileceğim en şirin pozisyonu takındım.

Ordudan aldığım 10 TL yemek parasını sizinle paylaştığıma göre siz de bana gizli bir asker kıyağı yapıp iki sos verirsiniz değil mi :@!P =))

Kasadaki hanımefendinin dizlerinin bağı çözüldü, bilimum işve ve cilve ile 2 adet sosu tepsime yuvarladı. Bu manevrayla askerliğimi er olarak yapmayı garantilemiş oldum ama en azından intikamımı da almış oldum. Şimdi soruyorum sayın Üründül yoruma açık bir pozisyon mu?

95 Yaşında Neden İntihar Edilir?

monicelli-kacar.jpg (15.882 bytes)
Monicelli kaçar…

Bugün gazetelere yansıyan küçük bir haber vardı, 95 yaşındaki İtalyan yönetmen Mario Monicelli intihar etmiş. Haberde çok fazla detay yok. Sadece bir hastane penceresinden atladığı belirtilmiş. Monicelli gerçekten mükemmel bir yönetmendi diyemeyeceğim, çünkü itiraf etmem gerekirse hiç tanımıyorum. Ölümüyle ilgili biraz daha fazla bilgi bulunabilir belki ama ben bu bilgiyi zihnimin derinliklerinde arayacağım.

Muhakkak ki intiharın her türlüsü kötüdür ama 95 yaşında birisinin intihar etmesi çok farklı bir durum. Neden? Sevgili Monicelli intihar için biraz geç kalmadın mı? Belki de intiharının sebebi de buydu, her şeye geç kalması… Bilemiyorum. Monicelli’nin bu davranışından hayatta her şeyi erteleyen bir adam olduğunu görüyorum. Allah bilir kaç yıldır aklında intihar. Bu kadar zaman ertelemek…

Bir isyan? Öyle ya da böyle 95 yıl yaşayıp intiharla bitirmek. Bir isyan olsa bile çok etkisiz bir isyan oluyor. Şimdi 95 yıl yaşadıktan sonra lanet olsun bu dünyaya bu da benim isyanımdır kardeşim deyip koşa koşa atlamak açık pencereden, diyorum ya bilemiyorum…

Bir yanlışlık? Monicelli gözlerini açtı ve buğulu beyaz bir sahne gördü. Sahne öylesine yalın, öylesine sadeydi ki, kendini tutamayarak bu kadar minimalizm de biraz fazla heheh diye güldü. Yine Nuri Bilge Ceylan, yine beyaz, yine dakikaların akması ama hiçbir şey olmaması. Sonra görüntü biraz değişmeye başladı. Kadraja hafif sarı bir hortum girdi. Hortum git gide belirginleşti ve Monicelli’nin burnuna girdi. Üç boyutlu filmlerdeki gerçek algısının ne dereceye vardığını hayretle gözlemliyordu. Vay ulan minimalist dedik Nuri burnumuza fortum soktu heheh diye sırıttı tekrardan. Sonra uzaktan çok uzaktan siyah bir at sineği göründü. Usulcacık, hiç acele etmeden, iki ileri bir geri ilerleyen mehteran atı sineğiydi bu. Sinek kelebek gibi uçup arı gibi kondu Monicelli’nin burnuna. Monicelli filmin odağında burnunun olduğunu anlamıştı ama anlamadığı şey sineğin nasıl olup da burnunu kaşındırdığıydı. Noluyo lan! Hadi bee!

mario-monicelli.jpg
Bu beyazlık, bu sinek, bu fortum, bu kaşıntı, bu sucuk kokusu. Evet hastanedeydedi. Dakikalardır baktığı beyaz perde hastanenin badanalı tavanıydı. İhtiyarlıkla bozulan gözleri, geçmişiyle bir olup ona kahpece bir oyun oynamıştı. Bıbpppjjt diyerek kovdu sineği burnundan. Burnundaki hortumu söktü attı. Mezardan kalkan zombi edasıyla dikildi yatakta. Duvardaki saate takıldı gözü. Saat 19:30′du. Bu defa da saatin altındaki takvime takıldı gözü. Yakını görmekte zorluk çekse de Milan için akşam ezanı vaktini okuyabilirdi ama okumadı onun yerine bugünün tarihine baktı 23 Zil-Hicce 1431. “ordan 622 ekle, her 32′de bir yıl artsa, böl 32′ye… kaldı mı dohuz… “ . Monicelli gözünü kırpmadan taş kesilmiş ulan gibi takvime bakarken, hemen solundaki yatakta ekmek arası sucuk yiyen hasta da “herif manyak” diyerek Monicelli’yi izliyordu. Dakikalar belki de saatler sonra “29 Kasım 2010 Pazartesi” diye bağırdı Monicelli. Bir yaklaşık sonuçla bulmuştu doğru tarihi. Kafasını takvimden çevirmeden elini yavaşça sol tarafa uzattı, höst diye bir ses duydu, pardon hacı deyip yine başını takvimden çevirmeden bu defa öbür eliyle uzandı ve yandaki sehpanın üzerinden bir kağıt parçasını kaptı. Kağıda hızlıca bir şeyler karaladı. Çok sağlam bir kupon hazırlamıştı. 95 yıldan sonra ilk defa içinden bir ses “bu defa götüreceksin malı hibino heheh” diyordu. Dile kolay 95 yıl, oynanan binlerce kupon, kaybedilen milyonlar, yitirilmiş umutlar ve 15 dakika sonra başlayacak bir dünya derbisi, el classico. Misli kupon doldurmuştu, bütün mal varlığını yatıracaktı. Elinde tuttuğu kupona son bir kez baktı, 5-0 Barça, ya tutarsa heheh. Galatasaray Beşiktaş maçını kaçırdık ama bu maç kaçmaz hacı diyerek zıpladı yataktan. Ani kalkışla düşen şekerini farketmeden ışığa doğru yöneldi. Ardına kadar açık pencereden ışığa adımını atıp boşluğa doğru düşerken dudaklarından şu cümle döküldü; “bu da mı gol değil?”

Hayatı boşa almak

Kontak Kapatmak

Bazı yollar vardır hafif eğimli. Öyle ki, arabayı viteste tutarsan motor freni nedeniyle araba durur. İlla ki biraz gaza basman gerekir. Böyle yollarda ben biraz daha radikal bir yaklaşımla arabayı boşa alıp kontağı kapatırım. Müthiş bir sakinlik ve dinginlik verir. Yavaş ama usuldan ilerler araba. Bir iki defa frene dokunursun, fren şişmeye başlar, biraz heyecan duyarsın ama çok az. Bisiklette el bırakmak gibi bir şeydir. Hafif rüzgar ve teker sesinden başka bir ses yoktur (ODTÜ’de var bu yollardan). Sanki zamandan çalmış gibi hissederim kendimi. Teleportasyon gibidir. Gözü kapatıp açma anı gibidir. Felekten an çalmaktır.

Boşa Almak

Kıvrıla kıvrıla uzun ve zorlu bir yokuşu çıktıktan sonra boşa almak bahsettiğim. Bu daha hızlıdır, daha tehlikelidir. Belli bir çaba ile çıktığın, zaten gideceğin bir yolu biraz daha hızlı, biraz daha güvensiz, biraz daha boşvermiş inmek bahsettiğim.

Ya Hayat?

Peki kafayı boşa almak mümkün müdür? Eninde sonunda yaşayacağın zamanı boşta geçmek… Kafa tasının içindeki CPU’yu rölantiye alıp, gözü kapatmak, düzlükte uyandırmak üzere kalbi kış uykusuna yatırmak mümkün müdür? Peki ya kontak kapatmak. Kafadan kontak denilen bu mudur acaba? Hayatta enerji tüketen her şeye “boş ol” diyebilmek mümkün müdür?

Her şeye boş ol diyerek boşa alsan kafayı, kapatabilsen kontağı en fazla n’olur?

En fazla frenin patlar…

Onu Alma Beni Al

Eğer ev için alışveriş yapmasını bilmiyorsanız kendinizi süper sızma süzme zeytinyağıyla patates kızartırken bulabilirsiniz. Aklıma pazardaki Adile Naşit teyzeler geliyor. Eşarbını boğazının altından bağlamış, elinde pazar çantası tezgâhlar arasında dolaşarak hedefi tam 12′den vuracak mallar arıyor. Öyleki aldıkları ailenin (nesillerin) devamı için %100 etkili olacak. Az zamanda çok ve büyük işler başarır bu teyzeler. Sanki tezgâhları kendi dizmiş gibi gider gerekli malzemeleri seçer, alır ve yarım saat içinde tekrar eve dönüş yoluna düşer. Bu teyzelerden her eve lazım.

Hele ki bekar/öğrenci evindeyseniz. Bizim yaptığımız üç aşağı beş yukarı şöyle; Tansaşa git, sepet arabayı al, reyonların arasında dolaş, hoşuna gidenleri arabaya at, çaktırmadan arabaya yüklenerek kay, reyonlar bitince geri dön, tekrar reyonların arasında dolaş, unuttuğun gereksiz bir şey varsa sepete at, kasaya gel, kasiyerin yüz bilmem kaç milyon TL demesine şaşırmamış gibi yap, 400 milyon limitli University Card’ını uzat, kafadan limit hesapları yap, malzemeleri poşete koy, eve git, aldıklarından en az birisini kasadaki poşet zulasının altında unuttuğunu farket, emin olmak için fişi kontrol ederken aldıklarından en az birisinin iki kere geçirildiğini farket, neyse diyip aldığın abur cuburlarla 16 saattir yemek girmeyen mideni biraz doldurduktan sonra aldıklarının bir adaya düşsen dahi yanına almayacağın kadar gereksiz şeyler olduğunu farket, otur ve nerde yanlış yaptığını düşün!

Şimdi defalarca bu duruma düşen bizler (bizleri tanımlamaya gerek duymuyorum, ama yine de tanımlayayım, bu duruma hayatında bir kere de olsa düşen herkes bizdendir) mücadele için çeşitli yöntemler geliştirdik. Bu yöntemler kişinin genetik şifresinden, sosyo-kültürel yapısından, hangi takımı tuttuğuna kadar değişir. İlk akla gelen ve en etkin yöntem evlenmek Evet oldukça basit ama şaşırtıcı derecede efektif bir yöntemdir. Fiyat/performans olarak oldukça iyidir. Ancak bazı yan etkileri olduğu konuşulmaktadır Bunlara şimdi girmeyeceğim, ama bu yan etkilerinden dolayı riskli ve konforsuz bulunarak bir çok arkadaşımız tarafından tercih edilmeyen bir yöntemdir.

Bir başka yöntem en ucuzun bir pahalısını almak şeklinde ortaya çıkmıştır. Böylece alacağınız malzemeyi alternatifleriyle karşılaştırıyor ve belli oranda iyileşme sağlayabiliyorsunuz. Ancak bu sınırlı bir iyileşme sağlar. Bunu diğer yöntemlerle kombine şekilde kullanmak gerekiyor (evlenme için en ucuzun bir pahalısını almak iyi olmayabilir ).

Bir başka mücadele yöntemi, açlıktan ölecek dahi olsan alış-veriş yapmamaktır. İlk duyulduğunda mantıksız gibi duran bu cümle “karnını doyurduktan sonra alış-veriş yap” cümlesiyle beraber düşünüldüğünde anlam kazanmaktadır. Yine başka bir yöntem, Tansaştan alma, BİM’den aldır. Bütün reyonların seni alış-verişten soğutmak için tasarlandığı BİM’de kendini kaptırsan bile 50 ytl üzerinde bir meblağ çıkaramazsın.

Bir başka yöntem, marketin girişinde dergileri karıştırır gibi yapıp erketeye yatmak ve yazımın başında belirttiğim adile teyzelerden biri gelince hemen arkasına takılarak onun aldıklarından almak, almadıklarından almamak düsturunu uygulamaktır. İmar bankası gibi bir yöntemdir. Çok kazandırır. Ancak risklidir. Bu teyzeler çok hızlı hareket ederler, gözden kaçırdığın anda elinde kara lahanayla kalabilirsin. Yakın markaj başarı getirir.

Bunun gibi daha bir çok yöntem geliştirilmiş ve tekrar tekrar geliştirilmektedir (bir eticaret projesi fikri mi doğuyor?). Bu satırları okuyan, konservecilere, makarnacılara, şinitselcilere, meyvacılara selam ederim

NOT: Tansaşa giderseniz 3 nolu kadadaki kıza dikkat, aklı bir karış havada, genelde iki kere geçiriyor