Gece sıfır üç, adam iş yerinden ayrıldı. Gece sıfır üç otuz üç adam hastanede uyandı.
Hava rüzgarlı, bulutlar yer yer ay ışığını kapatıyor. Sokakta doğal olmayan tek ses yanıp sönen bozuk sokak lambasından geliyor. Ancak bu fazla sürmüyor. Birinci saniye, acı fren sesi ve birinin elinden fırlamışçasına havada taklalar atarak direkte patlayan araba. İkinci saniye, metalik pelte ve ayışığında saygıyla eğilmiş direk. Üçüncü saniye, sessizlik ve istifini bozmadan yanıp sönen sokak lambası. Dördüncü saniye, yol kenarında yattığı yerden doğrulan bir adam; iş yerinden ayrılan adam.
Burnu kanamıyor. Burnu bile kanamıyor. O zaman sağlıklı. Ayağa kalkıyor arabasına doğru yürüyor, eski arabasına. Yürüyor ama havada. Yerden bir karış havada yürüyor. İnmeye çalışıyor inemiyor. Burnuna bakıyor, kanama yok. O zaman sağlıklı. Başının arkasından birisi fısıldıyor; fısır fısır. Başını çeviriyor kimse yok. Havada yürümeye devam ediyor. Yavaş ama emin adımlarla ilerliyor. Kişisel gelişim kitaplarında yazdığı gibi. Sağından ve solundan deniz anaları ilerliyor. Geriden gelerek onu geçiyorlar. Daha yavaş ama daha emin adımlarla. Rengârenkler. Neredeyse sokağı ufak çaplı bir diskoya çeviriyorlar. Süzülüyorlar havada. Belli ki bu işi çok iyi biliyorlar. Çalışılmış pozisyon. Fısır fısır -kimse yok. İlerliyor ama sakin. Panik yok. Gerek yok. Acelesi yok. Yavaş yavaş gidiyor. Pembe deniz anası adama dönüyor. Kafa sallar gibi yapıyor, annesi yemeğe çağırıyor, kendi anası. Tamam geliyorum derken fısır fısır. Arabasına bakıyor, hurdaya dönmüş. Bir yerlerinden ufak ufak buhar zerrecikleri fışkırıyor. Deniz anaları buhar bulutuna doğru ilerliyorlar, hızlanıyorlar, karşılıklı olarak buharın üstünden atlıyorlar. Ah bir erlenmayer olsa. Erlenmeyer miydi yoksa. Fısır fısır. Deniz analarının kutlaması devam ediyor. Kafasını çeviriyor kaldırıma sırtını dayamış bir adam. Ayaklarını yola uzatmış. Bir eliyle sırtını kaşıyor. Televizyon izler gibi iş yerinden ayrılan adamı izliyor. Saçı sakalı birbirine karışmış. Kendini topluyor. Bir şeyler söylemeye hazırlanıyor. Sırtını kaşımayı bırakıyor ve konuşuyor:
-Ben dünyanın en zeki berduşuyum!
Deniz anaları duruyor. Adam duruyor. Sokak lambası duruyor. Rüzgar durmuyor. Berduş elini tekrar sırtına atıyor. Sonra vazgeçiyor, belli ki konuşmaya devam edecek. Adam berduşun yanına doğru ilerliyor. Berduş konuşuyor:
-Japonya’yı bilir misin?
Japonya. Japonya. Hong Kong. Kargaşa, kalabalık, ter kokusu, maymun beyni, deniz anası. Deniz anaları oldukları yerde yanıp sönüyorlar. Üzerinde Çince bir şeyler yazıyor. Belki de Japonca. Hong Kong Japonya’da mı yoksa Çin’de mi? Yoksa İngiltere’de mi? Yoksa kendi başına mı? Fısır fısır.
-İnsan yaşlandıkça daha az heyecanlanıyor. Çocukken her şey heyecan verirdi. Bakkaldan ekmek alırken bile ellerim titrerdi. Günler hızlanmaya başladı. İki tane kızım oldu. Sonra öldüler. Ama ben buna hiç üzülmedim. Beni üzen şey buna hiç üzülmememdi. Onların ölümü beni şaşırtmamıştı. O gün uzun zamandır heyecanlanmadığımı farkettim. Heyecanımı kaybetmiştim. Bunun üzerine çok düşündüm. Günlerce gecelerce neden heyecanlanmadığımı düşündüm. En sonunda buldum. Çünkü ben çok akıllıydım. Hatta dâhiydim. Çok uzun zaman önce bu gerçeği anlamıştım ama farkına varmamıştım. O gün bugündür heyecanlanmıyordum. Dünyada her şeyi yapabileceğimi biliyordum. Yapamayacağım hiç bir şey yoktu. Kesin yapacağını bildiğin bir şeyi yapmanın ne anlamı vardı?
-Ölüm, ölümden kaçamazsın!
-Ölümden kimse kaçamaz, yapılamayacak bir şeyi yapmaya çalışmak kimseyi heyecanladırmaz. Benim yapamayacağım ama yapılabilecek bir şey olsaydı tekrar heyecanlanabilirdim. Evden öylece çıktım. Karım beni çoktan terketmişti. Bir daha eve dönmedim. Yapamayacağım bir şey aradım. Japonya’ya kadar gittim. Mikroçipler falan hikâye. Hepsini yapabilirim. Atom bombası bile yaparım. O zaman vazgeçtim. Orda durdum hiçbir şey yapmadım.
“Hiçbir” belgisiz sıfat. Cevap C şıkkı. Hızlanmalı çok hızlanmalı, sınavın bitmesine az kaldı. Hızlı oku, daha hızlı oku. Fısır mısır. Mısır mı dedi.
-Beni sınırdışı ettiler. Şimdi burdayım hiçbir şey yapmıyorum. Yapacak bir şey yok. Düşünüyorum. Bu anahtar nerden geldi?
Berduş’un elinde bir anahtar var. Adama gösteriyor. İş yerinden ayrılan adam anahtara bakıyor.
-Ne anahtarı bu?
Berduş düşünüyor, düşünüyor. Yıllardır bunu düşünüyor. Ne anahtarı bu? Berduş düşünmeye devam ediyor. Ne anahtarı bu? Adam kendi sorusunu cevaplıyor.
-Evin anahtarı, senin evinin.
-Hayır evin anahtarı değil. Evden öylece çıktım. Karım beni çoktan terketmişti. Bir daha eve dönmedim. Yapamayacağım bir şey aradım. Japonya’ya kadar gittim. Mikroçipler falan hikâye. Hepsini yapabilirim. Atom bombası bile yaparım. O zaman vazgeçtim. Orda durdum hiçbir şey yapmadım.
Berduş adamı sinirlendiriyor. Deniz anaları daha hızlı yanıp sönüyor. Değişik bir hareket yapıyorlar. Çince yazılar (ya da Japonca) kayıyor gibi görünüyor. Hong Kong borsası. Kaç puan birden düştü? Adam konuşuyor:
-Sen dünyanın en zeki berduşu değilsin!
-Yanılıyorsun, ben dünyanın en zeki berduşuyum!
-Sen bir kere berduş değilsin. Anahtarı olan berduş olur mu?
– Olmaz mı?
-Olmaz tabi, berduş olabilmen için anahtarın olmamalı. Anahtar aidiyettir. Bir şey sana aittir, sen bir şeye aitsindir. Berduş özgürdür. Sen berduş değilsin.
Berduş düşünüyor. Deniz analarının ışıkları azalıyor. Rüzgar yavaşlıyor. Bozuk sokak lambası daha çok ışıtmaya başlıyor. Beyaz ışık. Floresan. Berduş gülümsüyor ve bağırıyor:
-Buldum, yapamayacağım şeyi buldum. Ne anahtarı olduğunu da buldum.
-Söyle, çabuk söyle.
FISIR FISIR. Berduşun sesi kalınlaşıyor. Beyaz ışık her yeri kaplıyor. Floresan. İş yerinden ayrılan adam yere iniyor.
İş yerinden ayrılan adam hastanede uyandı. Acil ekipleri olay yerine geldiğinde kaldırımın kenarında baygın bir halde yatıyordu. Araba hurdaya dönmüştü. Adama ise hiçbir şey olmamıştı. “Burnu bile kanamamıştı”. Kaza yerinde berduş tipli birisini kimse görmemişti. Arabanın anahtarı ise asla bulunamadı. Kesin olan bir tek şey vardı:
Gece sıfır üç, adam iş yerinden ayrıldı. Gece sıfır üç otuz üç adam hastanede uyandı.
28 Ekim 2007
Gürkan Caner Birer